ذُوقُواْ فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٤﴾
Onlara: "Tadin inkarinizin cezasini, iste sizin acele istediginiz budur!" denecektir.
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍ ﴿١٥﴾
(15-16) Süphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdigi sevabi almis olarak cennet bahçelerinde ve pinar baslarinda bulunacaklardir. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapiyorlardi.
ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُواْ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ ﴿١٦﴾
(15-16) Süphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdigi sevabi almis olarak cennet bahçelerinde ve pinar baslarinda bulunacaklardir. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapiyorlardi.
وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿١٨﴾
Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bagislanma dilerlerdi.
وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّۭ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ ﴿١٩﴾
Onlarin mallarinda isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardi.
وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌۭ لِّلْمُوقِنِينَ ﴿٢٠﴾
(20-21) Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardir. Hiç görmüyor musunuz?
وَفِىٓ أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١﴾
(20-21) Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardir. Hiç görmüyor musunuz?
وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢﴾
Sizin rizkiniz da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.
فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّۭ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ ﴿٢٣﴾
Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktir. O tipki sizin konusmaniz gibi gerçektir.
هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ ﴿٢٤﴾
Ey Muhammed! Ibrahim'in serefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلَٰمًۭا ۖ قَالَ سَلَٰمٌۭ قَوْمٌۭ مُّنكَرُونَ ﴿٢٥﴾
Hani onlar Ibrahim'in huzuruna girmislerdi de "Selam sana!" demislerdi. Ibrahim: "Size de selam" demis, ve içinden: "Bunlar taninmamis bir topluluk!" diye geçirmisti.
فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍۢ سَمِينٍۢ ﴿٢٦﴾
Ibrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzagi (eti) getirdi.
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةًۭ ۖ قَالُواْ لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍۢ ﴿٢٨﴾
Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düstü. Onlar Ibrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir ogul ile müjdelediler.
فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍۢ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌۭ ﴿٢٩﴾
Bunun üzerine karisi (Sâre) bir çiglik atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kisir bir kocakariyim, nasil çocugum olur?" dedi.
قَالُواْ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ ﴿٣٠﴾
Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herseyi hakkiyla bilir." dediler.
۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ ﴿٣١﴾
Ibrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asil önemli isiniz nedir ey elçiler?" dedi.
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍۢ مُّجْرِمِينَ ﴿٣٢﴾
Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةًۭ مِّن طِينٍۢ ﴿٣٣﴾
Onlarin üzerine çamurdan pisirilmis sert taslar yagdiracagiz.
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ ﴿٣٤﴾
O taslardan herbirinin haddi asanlardan kime isabet edecegi Rabbin katinda isaretlenmistir." dediler.
فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٣٥﴾
Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çikardik.
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍۢ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ ﴿٣٦﴾
Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkindan baska kimseyi de bulamadik.
وَتَرَكْنَا فِيهَآ ءَايَةًۭ لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ ﴿٣٧﴾
Biz orada aci bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nisanesi biraktik.
وَفِى مُوسَىٰٓ إِذْ أَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَٰنٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿٣٨﴾
Musa'nin kissasinda da ibret vardir. Hani biz onu apaçik bir delille Firavun'a göndermistik.
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌۭ ﴿٣٩﴾
Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmis, onun hakkinda: "Bu bir sihirbazdir, ya da bir delidir." demisti.
فَأَخَذْنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذْنَٰهُمْ فِى ٱلْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌۭ ﴿٤٠﴾
Nihayet biz onu ve ordularini yakalayip hepsini denize attik. Firavun ise o sirada (inadindan dolayi pismanlik duyarak) kendi kendini kiniyordu.
وَفِى عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلْعَقِيمَ ﴿٤١﴾
Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardir. Hani biz onlarin üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermistik.
مَا تَذَرُ مِن شَىْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَٱلرَّمِيمِ ﴿٤٢﴾
O rüzgar üzerine ugradigi hiçbir seyi birakmiyor, mutlaka onu kül gibi dagitiyordu.
وَفِى ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُواْ حَتَّىٰ حِينٍۢ ﴿٤٣﴾
Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardir. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanip, geçinin!" denmisti.
فَعَتَوْاْ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ ﴿٤٤﴾
Onlarsa Rablerinin emrine karsi büyüklük tasladilar. Bunun üzerine kendilerini, bakip dururlarken yildirim yakalayip, çarpti.
فَمَا ٱسْتَطَٰعُواْ مِن قِيَامٍۢ وَمَا كَانُواْ مُنتَصِرِينَ ﴿٤٥﴾
Artik onlar, ne kendi kendilerine ayaga kalkabildiler, ne de yardim gördüler.
وَقَوْمَ نُوحٍۢ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُواْ قَوْمًۭا فَٰسِقِينَ ﴿٤٦﴾
Daha önce de Nuh kavmini helâk etmistik. Çünkü onlar yoldan çikmis fâsik bir kavimdiler.
وَٱلسَّمَآءَ بَنَيْنَٰهَا بِأَيْيْدٍۢ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤٧﴾
Biz gögü kudretimizle bina ettik. Hiç süphesiz biz, çok genislik ve kudret sahibiyiz.
وَٱلْأَرْضَ فَرَشْنَٰهَا فَنِعْمَ ٱلْمَٰهِدُونَ ﴿٤٨﴾
Yeryüzünü de biz dösedik. Bakin biz onu ne güzel dösüyoruz!
وَمِن كُلِّ شَىْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩﴾
Biz herseyden iki çift yarattik. Umulur ki, iyice düsünürsünüz.
فَفِرُّوٓاْ إِلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٥٠﴾
Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a kosun, gerçekten ben size O'nun tarafindan gönderilmis apaçik bir uyariciyim.
وَلَا تَجْعَلُواْ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٥١﴾
Allah'la beraber baska bir tanri uydurmayin (O'na ortak kosmayin). Gerçekten ben size O'nun tarafindan gönderilmis apaçik bir uyariciyim."
كَذَٰلِكَ مَآ أَتَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُواْ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ ﴿٥٢﴾
Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkinda da mutlaka: "Bir sihirbazdir veya bir delidir." dediler.
أَتَوَاصَوْاْ بِهِۦ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌۭ طَاغُونَ ﴿٥٣﴾
Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayir onlar azgin bir kavimdir.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَآ أَنتَ بِمَلُومٍۢ ﴿٥٤﴾
Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artik sen kinanacak degilsin.
وَذَكِّرْ فَإِنَّ ٱلذِّكْرَىٰ تَنفَعُ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٥٥﴾
Sen ögüt verip hatirlat. Çünkü, hatirlatmak müminlere fayda verir.
وَمَا خَلَقْتُ ٱلْجِنَّ وَٱلْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
Ben cinleri ve insanlari ancak bana ibadet etsinler diye yarattim.
مَآ أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍۢ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ ﴿٥٧﴾
Ben onlardan herhangi bir rizik istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.
إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ ﴿٥٨﴾
Süphesiz ki, rizik veren O saglam kuvvet sahibi olan Allah'tir.
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُواْ ذَنُوبًۭا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَٰبِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ ﴿٥٩﴾
Süphsiz ki, zulmedenlerin geçmis arkadaslarinin payi gibi, dolgun bir azab payi vardir. Ama simdi onu acele istemesinler.